Spor ve taraftarlık

Yazarımız Zeynur Pehlivan, “Spor ve taraftarlık” adlı köşe yazısı ile karşınızda..

Spor ve taraftarlık
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Her spor dalı dalının farklı özellikleri, farklı aletleri, farklı zeminleri, farklı seyircisi, farklı mücadelesi vardır.

Birisinde vücudun sınırlarını zorlanır, birisinde aklın, birisinde zamanın..

Birisinde eller; bir top, bir kılıç, bir koltuk değneği, bir cirit, bir disk, bir gidon, bir raket, bir dizgin, bir direksiyon tutar; birisinde suya, havaya, boşluğa, müziğe bırakırsın kendini..

Birisinde yürürsün, birisinde yüzersin, birisinde dalarsın, birisinde atlarsın, birisinde koşarsın..

Bazen bir metre, bazen yüz metre, bazen kilometreler, bazen bir rakip, bazen bir engel çıkar karşına..

Bazen ayaklar yerden kalkmaz, bazen tüm vücut gökyüzüne taşınır.

Yetenekler; bazen toprak, bazen buz, bazen kar, bazen havuz, bazen deniz, bazen tartan, bazen minder, bazen ring, bazen asfalt, bazen kum üzerinde sergilenir.

Bazen sevgili, bazen taraftar, bazen rüzgar yanındadır, bazende şans..

Bazılarında rakibe, bazılarında hedefe, bazılarında ağırlığa, bazılarında mesafeye odaklanırsın.

Kilometreler sonra finiş çizgisini görmek, dokunmak, geçmek, yığılmak, sarılmak..

Bayrak göndere çekilirken, madalya göğüste parlarken marş söylemek..

Bütün tenler, bütün renkler, bütün kadınlar, bütün erkekler, bütün diller, bütün dinler,  bütün yetenekler, bütün güzellikler, bütün zorluklar,  bütün duygular,  büyük mutluluklar,  büyük topluluklarla Olimpiyat halkaları gibi içi içe, kol kola olmak..

Karşısında saatlerde durup bakılacak güzel bir tablo gibi, iyi bir sanatçının elinden çıkmış, farklı renklerin kullanıldığı güzel bir kolaj gibidir spor..

Bir cimnastikçinin vücudunun, kaslarının, eklemlerinin sınırlarını zorladığı havadaki o muhteşem şpagat görüntüsü, o muhteşem estetikliği; bir atletin finişe gelirken yüzündeki her kasa yansıyan o direnci; finişten sonraki o bitmişliği; bir yüksekçinin, bir sırıkçının, kendini yukarı çektiği o anı, vücudun aldığı o şekli; bir atletin uzun atlama esnasında yer çekimine karşı koyduğu o süreyi, o mesafeyi; bir futbolcunun rövaşata denemesindeki, ayakların topa vurmak için başının üzerine geçtiği o anı; kaleci ile aynı çizgide, hatta daha geride olan ve bir metreden daha az bir mesafeden aldığı sıçrama kuvveti ile dört beş metre sıçrayan, kale kadar (2m) boyu aşarak, enfes bir bilek hareketi ile topa istediği yönü vererek estetik bir gol atan hentboldaki bir kanat oyuncusunu; kol gücünün tamamen bittiği noktada bile belli bir ritim ve nefes tutturup kendi vücuduna teslim olmayan bir kürekçiyi; atlama beygiri veya denge aleti üzerindeki performansını sergileyip, birkaç burgu, birkaç takla attıktan sonra ayaklarının, dizlerinin, vücudunun, böyle bir hızdan ve böyle bir yön değişikliğinden sonra tek bir noktaya sabitlendiği, vücudun kendi el frenini çektiği o anı;  müzik, dans, su ve cimnastiğin birleşimiyle sergilenen o muhteşem su balesi koreografilerini, şöyle bir gözünüzün önüne getirsenize..

Ya da; bir sporcu sevinirken, bir sporcunun ağlayışını; kazanan sporcunun kaybeden sporcuyu teselli etmesini; bir takım havalara uçarken, bir takımın yere yığıldığını; bir takım Lige çıkarken, diğerinin küme düştüğünü; hayranı olduğu bir sporcuyla göz göze gelmek için avazı çıktığı kadar bağıran; bir imza, bir forma, bir dokunuş için saatlerce kapıda bekleyen küçük taraftarları; sokağa çıkmaktan korkan ama her türlü engele rağmen, maça gitmek için can atan tam siz gol oldu diye bakarken çimlerin, çamurun, direğin, savunmanın bunu engellediğini; hızlı hücuma giden bir oyuncuyu durdurmak isteyen rakip takım oyuncusunun bu oyuncuya yetişme gayretini; havaya atılan veya ortaya düşen bir top için, üç dört kişinin bu topa sahip olmak için aynı anda uzandığı anı; verilen mücadelenin, akıtılan terin hazzını yaşamanın ne olduğunu; düdükle birlikte güçlerin, öfkenin, mücadelenin sona erdiğini, dostlukların devam etttiği sahneleri gördüğünüzü düşünsenize..

Düşünmeyin! Göreceğiniz herşeyi ben yazdım zaten.. Ama bu yazdıklarımı birde siz görün istiyorum. Ama bütün bunlar için önce iyi bir sporsever, gerçek bir taraftar olmanız gerekiyor.

Haber

http://www.egepostasi.com/

Kar, kış, uzak, yakın, deplasman demeden takımlarının her maçına giden gerçek bir taraftar gibi; ezeli rakip olduklarını bir tarafa bırakıp, Pınar Karşıyaka basketbol takımının Euroleague maçında tribünde yerini alan; futbol, hentbol diye ayırt etmeden kulübünün her maçına giden Göztepe Spor Kulübü başkanı Mehmet Sepil gibi gidin maçlara..

Hatta hemen kalkın, çocuğunuzun elinden tutun ve beraber gidin maçlara.

Üzerinde farklı renk forma var diye küçücük bir çocuğa bağıran ve sonrasında “Sen de bana tokat at, ödeşelim” gibi garip davranış ve anlayışa sahip olan amigolar; rakip takım oyuncusu gol attı diye ellerine geçen her şeyi sahaya atan seyirciler; takımı kaybedince kendini daha çok kaybeden taraftarlar; sadece sahada değil yolda pusu kurup, bir takım otobüsüne ateş açacak kadar gözü dönmüş insanlar yerine; seyrettiği bir hentbol maçı sonrası “Bu adamlar uçuyor” diyecek kadar hentbolu seven minik taraftar Zeynep; Zeynep’e, Göztepe Hentbol takımının yaptığı gibi bir sürprizi görmek ve sonrasında sporu seven, büyüdüklerinde yönünü kaybeden gençler gibi değil, spor salonlarına, spor alanlarına giden bir genç; rahatsızlığı nedeniyle evinden fazla uzaklaşamayan ancak takım, renk sevgisi ile evinin, odasının, yatağının, kendisinin her yerini, her gün, her zaman çok sevdiği Beşiktaş renkleriyle donatan küçük kartal Samet gibi çocuklar yetişmesi için; en önemlisi de birbirlerinin stadlarına giremeyen, birbirlerine nefretle bakan, takımlarının formasını bile rahatlıkla giyemeyen taraftarlar değil; birbirlerinden korkmadan, uzaklaşmadan, yan yana maç izleyebilen, yan yana oturabilen, yan yana çekirdek çitleyebilen nesiller yetişmesi için götürün maçlara..

Spor seyircisinin, taraftar olmanın ne demek olduğunu yaşatarak öğretin onlara..
Gençlerbirliği taraftarları gibi küfür etmeyen seyircilerinde olduğunu,

Bir spor seyircisinin takımını “oyarak”, “koyarak”, “ölerek”, “sahaya birşeyler atarak”, “sahaya dalarak” “tribünleri ateşe vererek” değil, alkışlayarak desteklemesinin en doğru hareket olduğunu,

Her yenilginin sorumlusunun hakem olmadığını,

Sporu çirkinleştiren teknik adamlar, sporcular yanında, oynadıkları, keyif aldıkları, mutlu oldukları, para kazandıkları sporu güzelleştiren teknik adamlar ve sporcuların daha çok olduğunu öğretin onlara..

Ama mutlaka gidin. Yalnız veya arkadaşınızla.. Yalnız veya ailenizle, çocuğunuzla..

Yalnız veya rakip taraftarla.. Spor nedir, spor kültürü nasıl oluşur, nasıl kazandırılır, taraftar kimdir? sorularının cevabını tribünlerde öğretin onlara..

Bir babanın bir  nasihat, bir öğretmenin bir ders vermesi gibi, bir görev yapar gibi, çocuklara sporun bu güzelliklerini gösterin ve öğretin.

Toplumu, sporu, duyguları, sözleri, tribünleri güzelleştirmek adına bunları yapın. İyi bir doktor, iyi bir öğretmen, iyi bir çocuk,  iyi bir insan yetiştirmek gibi, iyi bir taraftarda yetiştirin.
Ama mutlaka getirin. Unutmayın! Sporun kendisi gibi, tribünlerde bir okuldur.




Bakmadan Geçme