Kültürel Zeka ve HENTBOL
Dr. Zeki Pehlivan, 'Antrenör, yönetici ve diğer Türk sporcular nasıl anlaşıyorlar?' diyerek önemli bir konuya dikkat çekiyor ve yeni yazısı “Kültürel Zeka ve Hentbol” ile yine ses getirecek.
Bildiğiniz gibi 'zeka' kavramı üzerinde çok çalışılan, konuşulan ve tartışılan konulardan biri. Artık günümüzde zeka türleri üçe ayrılıyor; IQ (Intelligence Quotient – Bilişsel Zeka), EQ (Emotional Quotient – Duygusal Zeka), CQ (Cultural Quotient – Kültürel Zeka)
Son zamanlara kadar en fazla üzerinde durulan ve ilk akla gelen zeka türü IQ yani Bilişsel Zeka, bir başka deyişle de 'akademik zeka.' Ancak, zeka türlerine son yıllarda özellikle iş yaşamında EQ yani 'duygusal zeka' da eklendi. Ve bu zeka türü akademik zeka yanında hemen hemen tüm yöneticilerde ve sonra da tüm çalışanlarda aranan bir kriter oldu. Kısaca bir göz atacak olursak;
IQ (Intelligence Quotient – Bilişsel Zeka); Kişinin zihinsel yeteneğini ve entelektüel zeka oranını ifade eden IQ, hepimizin duyduğu ve hakkında bilgi sahibi olduğu bir kavramdır. Yüksek IQ sahibi insanların daha kolay öğrenmeleri, öğrendiklerini kolay hatırlayabilmeleri ve problemleri daha hızlı çözebilmeleri, mesleki performansı ve kariyer başarısını etkilemektedir. Fakat insan zekasının işleyişinin bilişsel bir süreci olduğu kadar, duygusal süreçleri de içerdiği unutulmamalıdır. Bir araştırmada, IQ puanları ile kişilerin kariyerlerindeki başarıları arasında bağlantı kurulmuş ve IQ'nun başarıdaki en yüksek payının %25 olduğu tespit edilmiştir. Hatta IQ puanı çok yüksek olan bazı insanların günlük yaşamlarında çok başarılı olamadıkları görülmüştür.
EQ (Emotional Quotient – Duygusal Zeka); İlk kez Peter Salovey ve John Mayer tarafından 1990 yılında kullanılan, ardından Harvard Üniversitesi'nden Daniel Goleman tarafından 1995 yılından yazılmış 'Duygusal zeka' kitabı ile gündeme gelen EQ yani 'Duygusal zeka', kendimizin ve başkalarının hislerini tanıma, kendimizi motive etme, içimizdeki ve ilişkilerimizdeki duyguları iyi yönetme becerisidir. Duygusal zekaya sahip lider/yönetici, verdiği kararlarda duygulardan da yararlanan, olumsuz duygularının kendisini etkilemesine izin vermeyen, umutsuzluğa kapılmayan, karşındaki insanın duygularını, ruh halini ve ne istediğini anlayan ve ustalıkla yöneten kişidir . Goleman, araştırmalarında, duygusal zeka ile etkin performans arasındaki ilişkiyi incelemiş ve duygusal zekanın liderliğin olmazsa olmaz şartı olduğunu ifade etmiştir. IQ düzeyi ve duygusal zekanın oranı hesaplandığında, duygusal zekanın bütün yöneticiler için iki kat fazla önemli olduğu tespit edilmiştir. İş dünyasına baktığımızda, bazı yöneticiler yeni ve zorlu işlerde başarılı olurken, işle ilgili hoş olmayan bir gelişim yaşandığında duygusal zekası düşük olan yöneticiler olumsuz etkilenerek iş değiştirme ihtiyacı duymaktadırlar.
Benim özellikle üzerinde durmak istediğim konu ise yukarıda aktardığım zeka türlerinin yanında songünlerde yavaş yavaş gündeme gelen bir zeka türü olan CQ yani 'kültürel zeka' konusudur. Öncelikle sizlere kültürel zekadan biraz bahsetmek istiyorum:
CQ (Cultural Quotient – Kültürel Zeka); Kültürel zeka kavramı ilk defa P.Christopher Earley ve Elaine Mosakowski tarafından yazılan ve 2004 yılında Harvard Business Review'de yayınlanan makalelerinde ortaya atılmıştır. Özellikle farklı kültürlerde faaliyet gösteren işletmelerde kültürel farklılıkların önemi daha büyüktür. Çünkü uluslararası anlamda işletmelerin başarısızlıklarının altında yatan temel faktörlerden birinin 'yöneticilerin kültürler arası başarı için gerekli olan yetenek ve becerilerden yoksun olması' şeklinde ifade edilmektedir .
Kültürel zeka; farklı kültürlerden oluşmuş çalışma gruplarını yönetebilmek, farklı uluslardan, farklı kurumlardan ve farklı mesleklerden gelen insanları tanımak, anlamak ve çalışabilmek, kısacası farklı kültürlere adapte olup, bu ortamlarda etkin ve verimli bir şekilde çalışma becerisine sahip olabilmek anlamına gelmektedir. Kültürel zek; kültürlerarası etkileşimlerde bulunmak, çok kültürlü durumların üstesinden gelebilmek gibi bireysel yetenekler hakkında fikirler de vermektedir. Küresel liderlerin/yöneticilerin duygusal ve kültürel zekaları, onların farklı kültürel ve kişilerarası ortamlara adapte olup, etkin ve verimli bir şekilde çalışabilmelerinde temel faktörlerdendir. Kültürel zekası yüksek kişiler, başkalarının kültürel tercihlerinin farkındadır, farklı kültürlerden kişilerle iletişime girerken ve iletişim sonrasında kültürel bilgilerini gözden geçirirler, karşılaştıkları kültürlere uyum sağlamaya çalışır ve bu kültüre ilişkin bilgiye ulaşmanın yollarını ararlar. Kültürler arasındaki benzerlik ve farklılıkları analiz edebilirler ve farklı kültürlere uyum sağlama konusunda kendilerine güvenirler. Bunu sonucu olarak kültürel zekası yüksek yöneticiler, farklı kültürden kişilerle karşılaştığında sözlü ya da beden dili ile en uygun davranışı sergileyebilmektedir. Böylece, çalışma ortamında ortaya çıkabilecek iletişim problemlerinin ve yanlış anlaşılmaların da önüne geçilebilmekte, işbirliği artmaktadır.
Günümüzde takımlar halinde çalışmak olmazsa olmazlardan biri. Bundan dolayı takımın önemi artarken güçlü takımlar kurabilmek artık bir ihtiyaç haline gelmiştir. Her liderin takım kurma konusunda az çok bir fikri ve uygulamaları olduğunu gözlemlenmektedir. Takım kurmak ve o takımın performansının sürekliliğinin sağlanması zor bir iş olarak görünse de, çok uluslu bir diğer deyişle çok kültürlü ortamlarda bu biraz daha zor olmaktadır.
Takımlarda görülen en önemli unsurlardan biri ortak dil. Takımınızın ortak bir dili olmalı. Özellikle yabancıların da olduğu takımlarda Türk oyuncular iletişimde zorlanabiliyorlar ve genellikle söylemek istedikleri şeyleri iletemiyorlar. Özellikle çatışma ve tartışma anlarında, haklı bile olsalar iddialarını açık bir dille aktarmakta sorun yaşıyorlar. Aynı sorun diğer yabancılar için de geçerlidir.
Takım içinde verilen geri bildirimler de ayrıca çok önemlidir. Toplum olarak biz Türkler zaten geri bildirime pek sıcak bakamıyoruz. Bu yüzden geri bildirim verme ve alma konusunda hayli zorluk yaşıyoruz. 'Kızım sana söylüyorum, gelinim sen anla.' deyimi maalesef her alanda yakamızı bırakmıyor. Yani geri bildirimi verirken de alırken de kişisellikten uzaklaşamıyoruz. Oysa batılı kültürlerde geri bildirim iş odaklı yapılmaktadır. Kişiselliği bir kenara koyabildiğimizde ancak bir takım olabiliyoruz. Tabi ki her toplumun kendine özgü bir kültürü var ve bunların hepsi ayrı ayrı değerli. Farklı kültürlerin bir araya gelerek bir performans göstermeleri tamamen takım üyelerinin farklılıklara açık olup olmamasıyla da çok yakından bağlantılı.
Bir lider olarak bu ortamı takımınıza sağlarken işinizi kolaylaştıracak önemli bir unsur ise güvendir. Yabancıların ve Türklerin ilginç bir uyumu var. Kulislerde yabancılarla konuşan Türkler genellikle kendi kültürlerini aşağılayacak unsurlardan bahsediyorlar. Örneğin, Türkler sözlerini tutmaz ya da vaktinde gelmez gibi. Doğruluk payları olsa bile bu tür konuşmalar Türk takım üyelerine olan güveni azaltıyor. Aynı kültürden oluşan bir takım da bile güveni oluşturmak hayli zor ve zaman alsa da farklı kültürlerden meydana gelmiş bir takımda güveni inş etmek daha da zor oluyor.
Bu çerçevede bir lider olarak takımınızın hedefine ulaşabilmesi için üyelerinizin kültürel farklılıklarından doğan ihtiyaçlarını anlayarak, görerek kendi takımınıza özgü ortak bir kültür geliştirmeniz kaçınılmazdır. Tüm bunları yapabilmek için tek ihtiyacınız ise iyi bir gözlemci olmak ve kendinizi ve oyuncularınızı geliştirmektir. Mutlaka gözlem ve geri bildirimlerinizi ekibinizle paylaşın, aksi takdirde ekibinizde sessiz (sessizleştirilmiş) üyeleriniz olacak ve ekibe iyi niyetli olsalar bile fayda sağlamakta zorlanacaklardır.
Tüm dünyadaki küreselleşme akımı her alanda olduğu gibi spor alanında da kendini göstermektedir. Uluslararası maçlar, çalışmalar, sporcu transferleri artık çok daha kolay ve normal bir durum haline gelmiştir. Hemen hemen her spor branşında, futbol, basketbol, voleybol gibi takım sporlarında kulüpler yabancı oyuncu transferleri yapmaktadır. Türkiye'de de bir çok kulüp takımında yabancı oyuncu transferlerini görmekteyiz.
Hentbol Federasyonunun almış olduğu karar gereği liglerimizde de 14 yabancıya kadar transfer yapılabilmektedir. Bu nedenle günümüzde hentbol bayan ve erkek liglerinde yabancı oyuncu sayılarımız oldukça fazla şekilde artmış durumdadır. Birçok farklı ülke ve kültürden sporcuların Türk oyuncularla birlikte aynı takımda yer aldıkları bir ligdeyiz. THF'nin sitesindeki 'İstatistik' bölümünden süper lig erkek ve kadın takımlarımızda yer alan oyuncu isimlerine bakıldığında, takımlarımızda 2 ile 12 arasında yabancı oyuncunun yer aldığını görmekteyiz. Sırbistan, Makedonya, Ukrayna, Rusya, Bosna, Fransa, Polonya vb. başka birkaç ülkeden daha yabancı oyuncu liglerimizde yer almaktadır.
Bu çerçevede sorulması gereken bazı sorular akla gelmektedir; 'Antrenör, yönetici ve diğer Türk sporcular nasıl anlaşıyorlar?' Birbirlerinin dillerini, kültürlerini, yemek alışkanlıklarını, antrenman alışkanlıklarını, hentbol kültürlerini, yaşam biçimlerini, giyim-kuşamını, tatil-bayram günleri vb. nasıl ortak bir hale getirebileceğiz? Takımların, özellikle de antrenörlerimizin bu konuda özel bir çabaları var mıdır? Herkese aynı yaklaşımı mı sergiliyorlar? Herkese aynı antrenmanı mı yaptırıyorlar? Takımdaki oyuncular aynı yaş grubunda, aynı beceri düzeyinde midirler? Türk oyuncuya yaklaşımı ile aynı takımdaki üç farklı ülke oyuncusuna da aynı şekilde mi yaklaşıyorlar? Kısacası, takım içerisinde ortak bir anlayış, dil birliği, amaç birliği oluşturabiliyorlar mı? Ve bunun için hem kendileri hem de takım oyuncuları özel bir çaba sarf ediyorlar mı?
Tüm bu ve buna benzer sorular, bugün liglerimizde yer alan tüm takımlarımız için geçerlidir. Çünkü başarıya giden yolda fark etmediğimiz ve her an ayağımıza takılacak engeller aslında bu tür çalışmaları çok fazla yapmamamızdan kaynaklanıyor olabilir. Çünkü, sadece tek bir homojen gurup varmış gibi hareket ediyor ve her oyuncuyu aynı düşünüyor ve aynı beklentide oluyorsak burada bir sorun varmış gibi görünüyor. Bu benim sorunum değil, sporcuların kendi sorunu ve kendileri uyum sağlasın ve çözüm bulsun diye mi düşünüyoruz? O zaman bir kez de anlatmaya çalıştığım bakış açısıyla çalışmaların değerlendirilmesi sanırım yerinde olur.
Sonuç olarak; antrenörlerimiz ve yöneticilerimizin yüksek IQ, EQ ve CQ seviyelerinde olmaları takımlarımızın başarısı için oldukça önemlidir. Bu üç kavram, aslında 'Buzdağı'nın görünen ve görünmeyen kısımlarını oluşturmaktadır. Buzdağının görünen kısmı IQ ile ilgilidir. Pek çok araştırmada IQ'yu etkileyen faktörler arasında genetik yapı ile çevre ve eğitim gösterilmektedir. Genetik yapıya müdahale edemeyeceğimizden, IQ'muzu geliştirmek için bilgiye ulaşmaya çalışıyor, iyi eğitimler alıyor, dil öğreniyor ve entelektüel açıdan kendimizi geliştirmek için çaba sarf ediyoruz. Buzdağının görünmeyen kısmında ise EQ ve CQ yer alıyor ve bu görünmeyen kısım aslında en güçlü olunması ve sürekli geliştirilmesi gereken yönlerdir. Peki, bu görünmeyen kısmı geliştirmek için ne yapıyoruz?
Unutmayın, bazen çok küçük detaylar, küçük değişiklikler ve küçük dokunuşlar çok büyük başarıların yolunu açabilir.
“IQ sizi işe aldırır, ancak sizi terfi ettiren EQ’dur. İşte kalıcı olmanızı ise CQ'nuz sağlar.” (Nancy Gibbs)
YARALANILAN KAYNAKLAR:
http://hakanokay.com/bilissel-duygusal-ve-kulturel-zeka
https://www.solaunitas.com/item/279-turkiye-de-yabanci-expatlarla-calismak
//