Her şeyin Sorumlusu BEYİN ve SPOR İlişkisi

Yazarımız Dr. Zeki Pehlivan, “Hiç birimiz, bir insan olarak, gerçekten özel bir ilgi duyup da araştırmadığımız takdirde, sahip olduğumuz 1400 gramlık bir maddenin bizi insan yapan en önemli organımız olduğunun pek farkında değiliz” diyor ve ekliyor. Dr. Zeki Pehlivan “Her şeyin Sorumlusu BEYİN ve SPOR İlişkisi” adlı yazı ile karşınızda.

Her şeyin Sorumlusu BEYİN ve SPOR İlişkisi
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Son zamanlarda çalıştığım eğitim kurumu TED Ankara Koleji öğretmenlerine ve öğrencilerine yönelik olarak, NBeyin’den Doç. Dr. Sinan Canan hocamız ile “Öğreten ve Öğrenen Beyinler” eğitimlerini gerçekleştiriyoruz. Bu eğitimleri, eğitimlerin organizasyonunu yapan kişi olarak üç kez izleme şansım oldu. Gerçekten bir insan için gerekli çok önemli bilgiler ediniyoruz.

HaberPeki, neden bu konuyu gündeme getirdim? Çünkü hiç birimiz, bir insan olarak, gerçekten özel bir ilgi duyup da araştırmadığımız takdirde, sahip olduğumuz 1400 gramlık bir maddenin bizi insan yapan en önemli organımız olduğunun pek farkında değiliz. Yine bu maddenin, dünyada bugüne kadar gelmiş geçmiş ve gelecekte de en yüksek kapasiteli saklama alanı olduğunu da bilmiyoruz. Sahip olduğumuz bu alanın nasıl ve ne kadarını kullandığımızı, nasıl kullanmamız gerektiğini de ne yazık ki bilmiyoruz. Hal böyleyken biz sürekli öğrenmeye, öğretmeye, davranış kazandırmaya çalışıyoruz.

İster öğretmen olarak ister antrenör olarak, bu konuda insanların kendilerini bilinçlendirmeye çalışmalarını, ondan sonra çalıştıkları grupların öğrenmelerine yönelik bir yöntem, teknik ve planlama yapmaları ile daha iyi katkı sağlayabileceklerini düşünüyorum. Bu nedenle sizler için biraz uzun da olsa, “beyin ve spor ilişkisi” ile “beyin fonksiyonları” üzerine bazı bilgileri aktarmak istiyorum.

Son dönemlerde gündemdeki ilginç konulardan biri de spor ve beyin ilişkisi üzerine yapılan araştırmalardır. Daha önceden yapılmış olan araştırmalar uygun şartlarda yapılan egzersizin ya da sporun mutluluk hormonu olarak bilinen endorfin hormonunun salgılanmasına sebep olduğunu gösteriyordu. Spor ve beyin ilişkisi hakkında gösterilebilecek en önemli kanıtlardan biri olan bu durum gerçekleştiğinde, kendinizi daha zinde ve daha mutlu hissediyor, rahatlıyorsunuz. Dolayısıyla hayatınızdaki bütün aktivitelerde pozitif yönlü bir gelişme kaydediyorsunuz.

HaberZihinsel performans ve fiziksel aktiviteler arasındaki ilişkinin araştırılması aslında çok eski tarihlere kadar uzanmaktadır. Ama anlamlı sonuçlara ulaşılan araştırmalar son yıllarda yapılmıştır. Nörologların önemli veriler elde ettiği çalışmaların başlangıcının Doğu Alman psikologların spordaki başarıyı artırmak için hangi türde zihinsel alıştırmalar yapılması gerektiği sorusuna cevap aramaları olduğu söylenebilir. Spor ve beyin ilişkisi üzerine yapılan araştırmalar hangi sportif etkinliklerin problem çözme ya da değerlendirme gibi zihinsel fonksiyonlar üzerinde etkili olduğunu saptamaya çalışan araştırmalar ile devam etmiştir.

Bu konularda araştırma yapılmasının sebepleri ise aslında açıkça görülebilir. İnsanların bazı becerileri edinme seviyeleri ile zihinsel performans arasında yadsınamayacak bir ilişki olduğu açıktır. Yani istenilen şekilde, becerikli şekilde tamamlanan bir hareketin ardında yine becerikli şekilde tamamlanmış olan bir zihinsel aktivite bulunmaktadır. Tabi bu durumda insanlardaki zihinsel becerilerin de, uygulanan fiziksel tecrübelerle birlikte geliştiğini düşünmek yanlış olmayacaktır.

Yapılan bazı araştırmalar, örneğin sınavlar öncesi gibi zihinsel aktivitelerin yoğunlaşacağı dönemlerden önce yapılan hafif ya da orta şiddette (maksimum %45) egzersizlerin başarı oranını artırdığını, yani zihinsel performansı olumlu şekilde etkilediğini ortaya koymuştur. İsveç’te koşu bandı üzerinde matematik problemleri çözülmesi şeklinde yapılan bir araştırma da benzer sonuçlar ortaya koymuştur.

Spor ve beyin ilişkisi üzerine yapılan araştırmalar, yapılan fiziksel aktiviteler sonucu sadece zihinsel performansın arttığını ortaya koymamaktadır. Spor yapan kişilerde sinir hücresi üretilmesini sağlayan faktörlerin uyarıldığını gösteren araştırmalar da yapılmıştır. Avustralya’da yapılan bir araştırmada bu sonucu destekleyen veriler elde edilmiştir. Araştırmaya bunama belirtileri gösteren 170 kişi katılmıştır. Bu kişiler 6 ay boyunca fazladan 20 dakikalık bir egzersiz programına dâhil edilmiş ve gözlenmişlerdir. Sonuçta bunama belirtileri olan deneklerin önemli bir kısmının zihinsel fonksiyonlarında gelişme olduğu saptanmıştır.

Direkt bu ilişkiyi incelemese de aradaki ilişkiyi ortaya koyan başka araştırmalar da bulunmaktadır. 2003 yılında yapılmış olan bir araştırma akciğer kapasiteleri daha geniş olan öğrencilerin aynı zamanda daha yüksek IQ puanına sahip olduğunu ortaya koymuştur. Spor yapmak akciğer kapasitesini artıracağı için beynin gelişimine olumlu bir katkı yapacaktır. Tabi spor yapmak kan dolaşımı üzerinde de olumlu etkiler yaratacak ve kan ile daha sağlıklı çalışan beynin gelişimine ve çalışmasına da olumlu yönde etki yapacaktır.

Fukushi Üniversitesinden Japon Dr. Kisou Kubota’nın yaptığı araştırmada, haftada 3 gün yarımşar saat ve orta düzeyde koşturulan gençlerin karmaşık zihinsel fonksiyonları ölçülmüştür. Bu gençlerin program öncesindeki sonuçları ile 12 haftalık program sonrasındaki sonuçlar arasında önemli gelişmeler olduğu saptanmıştır. Koşucular antrenman yapmayı bıraktıklarında ise zihinsel fonksiyonlarında düşüş olduğu saptanmıştır.

Sonuç olarak, spor ve beyin gelişimi arasında bir ilişki olduğu hatta bu ilişkinin çok kuvvetli olduğunu ortaya koyan önemli araştırmalar yapılmaktadır. Henüz tam olarak açıklanamasa da spor yapmanın zihinsel performansı olumlu şekilde etkilediği ortadadır.

Tıpkı vücudumuzdaki kaslar gibi, beynimizi de ya çalıştırırız ya da tembelleştiririz. Kas hücrelerinin büyümesini teşvik etmek için nasıl spor yapıyorsak, beyin hücreleri arasındaki iletişimi kuvvetlendirmek için de bilmece, bulmaca, problem çözmek, yazmak, çizmek, okumak, ezber yapmak, satranç ve yabancı dil öğrenmek gibi zihnimizi zorlayan bazı etkinlikler yaparak beynimizi sürekli aktif tutmaya çalışırız. Ancak bilimsel çalışmaların sonuçları, hangi yaşta olunursa olunsun, düzenli olarak yapılan fiziksel hareket ve egzersizlerin sadece vücut sağlığı açısından değil, beynin zinde kalması için de çok önemli olduğunu gösteriyor. Özellikle kasların orta düzeyli zorlanmasından başlayan ve yüksek kalp atım oranının korunduğu hareketleri içeren aerobik tipi egzersizlerin, beynin moleküler düzeyden bilişsel ve davranışsal seviyeye kadar birçok işlevinde olumlu etkisinin olduğundan bahsedilmektedir. Günde en az 30 dakika yapılan egzersiz bilginin kolayca işlenmesine, hafızanın aktif kalmasına ve yeni beyin hücrelerinin gelişmesine katkı sağlamaktadır.

Vücudumuzu sportif etkinliklerle formda ve zinde tutmanın çocukluktan yetişkin döneme kadar çok uzun vadede beynin bilişsel işlevlerine katkı sağladığından, aksi takdirde ilerleyen yaşlarda hafıza zayıflığı ve erken bunama riskinin çok daha fazla olduğundan bahsedilmektedir. Örneğin hareketsiz bir yaşam tarzı olan yetişkin bireyler altı aylık aerobik hareket programına tâbi tutulmuş ve programın sonunda çalışmaya katılanların bilişsel egzersizlerdeki performanslarının arttığı, farklı görevler arasındaki geçişleri kolayca, yanlışsız tamamladıkları gözlenmiştir. Başka bir çalışmada, yaklaşık 1500 kişi 20 yıl boyunca takip edilmiş. Eğitim durumu, alkol ve sigara kullanımı da dikkate alındığında, orta yaşlarında haftada en az iki kez egzersiz yapanların 60-70 yaş aralığına ulaştıklarında hafıza zayıflığı riskinin önemli ölçüde azaldığı belirlenmiş.

Haber

www.medikalakademi.com.tr/

Çocuklar dikkate alınarak yapılan çalışmalarda ise okullardaki 5-14 yaş aralığındaki öğrencilerden formda ve zinde olanların akademik testlerde diğerlerine göre daha başarılı olduğu tespit edilmiştir. Bu nedenle birçok ülkede, sağlık ve eğitim bakanlıklarının işbirliği ile okullardaki beden eğitimi ve spor derslerine ayrılan zaman artırılmış. İlkokul öğrencilerinin her gün en az 30 dakika, ortaokul ve lise öğrencilerinin ise günde 45 dakika fiziksel egzersiz yapmasına dikkat ediliyor. Sağlıklı bir vücut ve beyin için yetişkinlerin de her gün 10.000 adım atmasına yönelik bilinçlendirme ve farkındalık yaratma çalışmaları yapılmaktadır.

Hayat; problem-çözüm, problem-çözüm… Hayatın bir problem çözme döngüsü olduğunu hepimiz biliriz. Ancak, herhangi bir sorunla karşılaştığımızda, kimimiz seri bir şekilde çözüme ulaşırken kimimiz daha büyük sorunlara sebep oluruz. Bu farklılığın nedeni nedir sizce? “Beyinle Görme ve Problem Çözme” eğitimini verebildiğimiz zaman, çocuklar hayatı bir sporcunun, ressamın beyniyle görecek, yaşam denen tabloya bütüncül ve farklı açılardan bakma yeteneği kazanacaklardır.

Deneylerden anlaşıldığı kadarıyla, ön beynin düşünceleri kontrol edici etkisi, özellikle sağ beynin “objelerden-kavramlardan-ön kabullerden bağımsız” olan içsel düşünme süreçlerini baskılayarak, bildiğimiz maddi, objektif, tanıdık ve “gerçek” dünya ile baş edebilmeyi sağlıyor. Hepimizin bildiği gibi, sanatsal işler ve yaratıcı düşünceler ise bunun tam tersi bir zihinsel ortama gereksinim duyuyor: Nesneler ve kavramlar arasında ilişkilerin silikleştiği, kalıpların ortadan kalktığı, benzemez nesne ve kavramlar arasında yeni ilişkilerin yakalandığı “dağınık” zihinsel haller. Kısacası, bize mantıklı ve rutinlere dayalı bir hayat yaşama kolaylığı sağlayan ön beynimiz, aynı zamanda “kutunun dışından” düşünme yeteneğimizi de elimizden alıyor.

Bu, elbette beynimizin doğal özelliklerinden birisi. İnsanlar olarak temel sorunumuz, kurduğumuz medeniyet ve benimsediğimiz eğitim sistemi mantığı ile beynimizin analitik, mekanik ve rutine alışkın kısımlarına fazla yüklenmemizden kaynaklanıyor gibi görünmekte. Çocukların zihnindeki zengin dünya, özellikle eğitimden gelen tecrübelerle, soğuk, ayrık, somut ve yeknesak “şey”lere indirgeniyor. Böyle olunca da insanoğlunun bu dünyaya gönderilmesindeki en önemli sebeplerden birisi olan “görülmeyeni görme” yeteneği yavaş yavaş elimizden kaçıyor.

Haber

hurriyet.com.tr

Etrafımızda olan biten olayları, gördüğümüz nesne ve biçimleri, yahut etrafımızdaki çeşitli davranış biçimlerini anlamak yahut anlamlandırmak için akıl yürütme melekelerimizi kullanıyoruz. Zihnimizin önemli yeteneklerinden bir tanesi, etrafımızda gözümüze çarpan her şeyi, kendisini oluşturan bileşenlere ayırmak ve bu bileşenleri ayrı ayrı inceleyerek bütünün nasıl meydana çıktığı hakkında fikir yürütme yeteneğidir. İndirgemeci düşünce dediğimiz bu yöntem özellikle sıra takip etmesi gereken bir dizi işi yürütürken, mesela evimizi derleyip toplarken, yahut bir araştırma projesi için bilimsel çalışma yaparken bizim işimizi çok kolaylaştırır. Bu yeteneğimizi büyük oranda beynimizin en ön kısmında bulunan “frontal” bölgede doğuştan sahip olduğumuz sinirsel devreler sayesinde gerçekleştirebiliriz. Birisinin, bize kelimelerle konuşarak anlattığı uzun bir mantık dizgesini takip ederek sonuçta dinlediğimizden bir anlam çıkartmamızı sağlayan anlama yeteneğimiz de de yine büyük oranda bu bölgedeki devrelere bağlıdır. Kısacası genelde “insan aklı” diye nitelendirebileceğimiz yetenek, beynimizin ön kısımları tarafından kontrol edilir.

Bu yeteneğin hayatımızın merkezinde olduğundan hiç şüphe yok. Neredeyse uyanık geçirdiğimiz tüm zamanlarımızda, en alt düzey işimizden en karmaşık faaliyetlerimize kadar hemen her işte bu akıl yürütme devrelerini ve onun parçalara-bölüp-inceleyen mantık dizgesini kullanırız.Fakat bu işi yürüten beyin devrelerinin ilginç bir sınırlılığı da var: Beynin ön kısmı tarafından yönetilen akıl yürütme sistemi, aynı anda en fazla 5-7 tane bileşenle uğraşabilir. Mesela 7 haneli bir telefon numarasını bir süre bakınca kısa süreliğine bu bellekte tutabiliriz; fakat araya başka bir iş, zihni meşgul edecek başka bir olay girdiğinde, o bilgiyi çabucak unuturuz; çünkü yeni gelen sorunları halletmek için beynin ön kısmındaki devreler “eski” işleri hemen silerek devreden çıkartmak zorundadırlar.

Bu yüzden aynı anda birçok işi yapmaya kalkmak genellikle dikkatimizi dağıtır ve işlerin hiç birisini verimli bir şekilde tamamlayamamamıza neden olur. Bu kısıtlı ve en fazla bir kaç dakikalık işlem belleğine o yüzden “çalışma belleği” adı verilir. Bildiğimiz akıl yürütme sürecini aşan ve beynimizde muhtemelen daha başka devrelerin yardımıyla elde ettiğimiz bu şaşırtıcı yetenekler aslında “örüntü algısı” dediğimiz bir meseleye dayanır.

Örüntü algılama, dünyanın bilgi parçalarından ziyade, “yığın”lar (chunks) biçiminde algılanmasına ve depolanmasına imkan verir. Zihnimizin örüntü algı donanımı, bir kez tanımlayabildiği ve ayırt edebildiği bir örüntü ile karşılaştığında, bunu bir “yığın” olarak kaydeder. Yığın, rastgele bir bilgi istifi olarak anlaşılmamalı; tam tersine, yüksek düzeyde organize olmuş, büyük bir örüntü ile birbirine bağlı bileşenlerden oluşan bir depo birimidir. Yığın depolama sistemi aslında bir öğrenme yöntemi olarak da kullanılır. Söz gelimi, derslerde karşımıza çıkan çok sayıda ve genellikle birbiri ile alakasız bilgi, anlamlı yığınlar halinde organize edildiğinde daha rahat öğrenip hatırlanabilir. Bu teknik de aslında zihnimizin binlerce yıldır kullandığı doğal örüntü algısı sisteminin zayıf bir taklidinden ibarettir.

Örüntü bilgisinden faydalanarak ani ve doğru kararlar alabilmemiz, adeta bazen duyu dışı algılamaya yahut kehanete benzer çıkarımlar yapabilmemiz, büyük oranda bu “yığın” sisteminin yapısından kaynaklanır. Daha önce bolca gözlemlenmiş ve öğrenilmiş örüntü yığınları, benzer bir süreç veya ipucu ile tekrar karşılaştığımızda otomatik olarak devreye girer ve söz konusu örüntünün nereye doğru evrileceğine, nelere sebep olabileceğine dair bize derinlikli fikirler verebilir. Usta bir doktor hastasının yüzüne ilk baktığında, usta bir müzisyen elindeki enstrümanı tınlattığında, bir anne bebeğinin sesini duyduğunda ve yıllanmış bir asker ufukta belli belirsiz imgeler görmeye başladığında, beyinlerde harekete geçen örüntü yığınları, detayları analiz etmeye gerek bırakmadan hızla bir sonraki adımı hesaplamamızı sağlar.

Yığın depolama sisteminin önemli bir avantajı da, depolanan örüntü yığınlarının müstakil ve birbirinden ayrı birimler olmamasıdır. Öğrenilen her örüntü yığını, aynı zamanda başka örüntü yığınları ile de kesişimler içerebilir ve böylece yeni öğrenilen bir yığın, hem eski yığınların örüntüleriyle bağlanarak zenginleştirilir, hem de eski örüntülerin yığınlarına yeni katkılar sağlar. Zihnimiz, adeta örüntülerin dans pistidir; ve biz bu büyülü danstan elde ettiğimiz bilgileri hiç farkına varmadan her an kullanır ve yaşamımıza devam ederiz.

Bu dünya üzerinde yaşayan diğer canlılarla karşılaştırdığımızda, insanoğlu çok ileri düzeyde yaratıcılık göstermesiyle hemen öne çıkan bir canlı türüdür. Fakat bildiğimiz bir gerçek var ki, her insan yaratıcı ve sanatçı özelliklere aynı oranda sahip değil. Peki beyinlerimizi bu kadar farklı kılan, yaratıcılık özelliğinin böyle eşitsiz dağılımına sebep olan şeyler hakkında bu gün ne bilebiliyoruz?

Yaratıcı düşünce, beynin hemen hemen tüm alanlarının birlikte hareket etmesini gerektiren bir süreç. Bugün modern beyin görüntüleme çalışmalarından elde edilen bilgiler, dikkatlerimizi özellikle sol-ön (frontal) beyinle diğer bölgelerin ilişkisine çekiyor. Yapılan birçok çalışma, yaratıcı düşüncenin beynin bir bölgesi yahut lobu ile ilişkili olmaktan ziyade, tüm beyne yayılmış bir şebekenin işlevi olması gerektiğini düşündürüyor. Yani beyinde özel bir “yaratıcılık” bölgesi bulmak pek mümkün değil. Bunun yerine, aynen bir bilgisayarın tüm parçalarının içindeki yazılıma göre çalışması gibi, zihnin yaratıcı özelliklerini belirleyen şey de gerek doğuştan gerek deneyimler yoluyla edinilen birikimlerin ortak bir sonucudur.

Önemli sorunlardan bir tanesi, her insanda belli düzeyde bulunan yaratıcı düşünce yeteneğinin ancak nadiren ortaya çıkması sorunu. Özellikle eğitim sisteminin yaratıcı ve sıra dışı düşünce yetisini ciddi olarak sakatladığını ve insanları belli kalıplar içinde düşünmeye şartlandırdığını artık oldukça iyi biliyoruz. Beyin üzerinde yapılan çalışmaların da gösterdiği sonuçlar, bu tecrübemizi doğrular nitelikte.

Beynimizin ön bölümü, yani bilimsel adıyla frontal korteks, bizi diğer hayvanlardan ayıran en önemli donanım farkımızdır aslında. İnsan beyninin yüzde 40 kadarın kaplayan bu alan, en gelişmiş memelilerde bile ortalama yüzde yirmi kadar bir alan işgal eder. Bu bölgenin işlevlerine baktığımız zaman ise, bizi insan yapan özelliklerle frontal işlevler arasında yakın bir paralellik görebiliriz. Akıl yürütme, karmaşık görevleri tasarlama, aşamalarla iş görebilme, kısa vadeli tahminler yapma, irade kullanma, analitik düşünce, duyguların bilişsel kontrolü gibi insana has birçok özellik, alnımızın arkasında bulunan beyin bölgeleri tarafından yönetilir. Beyninin bu kısmı hasar gören insanlarda bu yeteneklerin de kaybolduğu birçok değişik vaka ile sabittir.

Haber

http://us.123rf.com/

Ön beyin devrelerinin bir başka işlevi de bizi mantıklı düşünce dizgesi içinde tutmak ve belli rutinlere göre kolay bir şekilde yaşayabilmemizi sağlamaktır. Bu devreler sayesinde duygularımızı, itkilerimizi ve arzularımızı değişik seviyelerde kontrol ederek, rutin işlerimize yoğunlaşabilir ve bilincimizi dahi kullanmadan karmaşık işlerin üstesinden gelebiliriz. Fakat anlaşılan o ki, yaratıcı ve sıra dışı düşünme açısından bu özelliğimiz bize bazı dezavantajlar da sağlıyor. Beynin ön bölgelerinin deneysel olarak geçici bir süre susturulması, yaratıcı yeteneklerin ilginç bir şekilde gün yüzüne çıkmasına neden oluyor.

Neticede beyin bilimleri, aslında uzun zamandır fark ettiğimiz bir soruna başka bir açıdan daha dikkat çekiyor. Beynimizin mekanik tarafına odaklandıkça, bizi insan yapan büyük resimden uzaklaşıyoruz. Elimizdeki sistemi kökten değiştirmek zor olsa da, bu büyük hatayı tamir etmek üzere ufak değişiklikler ve çalışmalar yapmaya başlamak zorundayız. Zira her birimizin bu konuda yapabileceği bir şeyler var. Bu kadar büyük beyinlerle, bundan daha iyisini yapabilecek durumdayız.

Sonuç olarak; iyi bir sporcu olmak her ne kadar yetenek gerektirse de antrenmansız bir spor düşünülemez. Peki, nedir antrenmanın önemi? En başta sporcuyu zinde tutması gelirken, öte yandan da sporcunun maç esnasında karşılaşılabilecek  durumları önceden yaşatıp sporcunun çözüm bulmasını ve beyninde nöronlar arası bağlantı kurup çözümleri kaydederek bu çözümleri maç sırasında da hatırlamasını sağlar. Yani devreye motor öğrenme mekanizması girer. Gördüğünüz gibi, sadece fiziki açıdan değil zihinsel açıdan da antrenmanların önemi çok büyüktür. 

Öte yandan, tecrübeli sporcuların tecrübesizlere nazaran daha başarılı olması da yine nöronlar arası sıkı bağların kurulmuş olmasından ve tecrübesiz sporculara nazaran daha fazla durumla karşılaşılmasından kaynaklanmaktadır. Fakat belli bir yaştan sonra kişinin fiziksel açıdan yetersizleşmesi, bazı spor dallarında (özellikle fiziksel mücadele ve kondüsyon gerektiren sporlar) sporu bırakmasına veya performansın düşmesine sebep olmaktadır. 

Antrenman, maç esnasında karşılaşılabilecek pozisyonları “önceden” öğretir, fakat önceden öğrenmek de bazı durumlarda yetmez. Birebir mücadele gerektiren sporlarda hız ve tahmin de çok önemlidir. Yani, rakibinin yapacağı hamleyi önceden tahmin etmek ve ona göre kendi hamleni en kısa sürede yapmak. Bu bağlamda karşımıza 2 tane başlık daha çıkıyor. Hızlı karar alma ve tahmin yeteneği. 

HaberKarar alma süreci, beynin medial frontal korteks ve basal ganglia bölgelerinin, karşılaşılan durumu ve yapılacak hareket seçeneklerini değerlendirip aralarından en iyisini seçip motor kontrol sistemine göndermesi ile gerçekleşmektedir. Yapılan araştırmalarda profesyonel sporcuların amatör sporculara göre efor sarfedilen deneylerde 0.04 (1.61sn – 1.65sn) saniye daha erken karar verdikleri ve verilen kararların amatör sporculara göre daha fazla doğruluk yüzdesine sahip olduğu bulunmuştur. Eforsuz testte ise aralarında sadece 0.01 saniye varken, karar verme süreleri de daha uzun sürmektedir (1.94sn – 1.95sn). Anlatmak istediğimiz, karar verme sürecinin hem çok kısa bir sürede olduğu hem de profesyonel sporcuların daha hızlı karar verebildikleridir. Bunu sebebinin ise profesyonellerin karar verme mekanizmasının “daha eğitimli olması” olduğu düşünülmektedir.   

Tahmin yeteneği ise, sporcunun rakibinin hareketlerine, duruşuna bakarak ve pozisyon tecrübelerini kullanarak yapacağı hamleyi tahmin etmekten öteye gidemez. Yani ne kadar çok karşılaşmaya veya yarışa çıkıldıysa, o kadar daha fazla pozisyonla karşılaşılmış, sinir hücreleri arasında daha sıkı ve daha çok bağ kurulmuş, kısaca tecrübe edinilmiştir (veya pozisyon öğrenilmiştir). Bu yüzden, tecrübeli sporcular, tecrübesizlere nazaran, rakibinin hamlesini daha doğru tahmin edebilmektedir. 

Yapılan çoğu işte gerektirdiği gibi, sporculukta da konsantre olmak çok önemlidir. Yukarıda da anlattığımız gibi çok kısa zaman aralıklarında yaşanan bazı pozisyonlar için konsantrasyonun son derece yüksek olması gerekir ki tepkinizi ve antrenmanlarda öğrenilenleri uygulayabilesiniz. Bu konsantrasyonun sağlanabilmesi için de yarışma ve maçlardan önce sporcular antrenörleri tarafından kampa alınır. Bu kamplarda sporcular duygusal açıdan ve psikolojik açıdan rahatlayarak, seyirci karşısında sadece yarışmasına odaklanmasına yardımcı olur. 

Görüldüğü üzere antrenman yapmak, yetenekli olmaktan çok daha önemlidir. Eğer, hem yetenekli hem de antrenmanınızı düzgün yapıyorsanız, iyi bir sporcu olma yönünde ilerliyorsunuz demektir.

Derleyen: Dr. Zeki Pehlivan

Yararlanılan Kaynaklar:

http://www.safahastanesi.com.tr/saglik-kosesi/Uz-Dr-GUCLU-ILDIZ/Spor-ve-Beyin-Iliskisi-Nasildir
http://bilimgenc.tubitak.gov.tr/makale/spor-yap-beynin-formda-kalsin
http://www.nbeyin.com.tr/
http://nbeyin.com.tr/blog/yaratici-zihnin-frenleri/
http://nbeyin.com.tr/blog/zihnimizin-gizli-hazinelerinden-bir-numune-oruntu-algisi/
http://www.evrimagaci.org/makale/495




Bakmadan Geçme