- Haberler
- Dünya Hentbolu
- Zeynur Pehlivan’dan MVM EHF Final4 İzlenimleri
Zeynur Pehlivan’dan MVM EHF Final4 İzlenimleri
Avrupa Bayanlar Şampiyonlar Ligi MVM Ehf Final4’u Macaristan’ın Györi takımı kazandı. Macaristan’da Final4 müsabakalarını izlemeye giden Zeynur Pehlivan, Takımlar, Seyirciler , Organizasyon Komitesi vb.. birçok konuda izlenimlerini siz hentbol severler için yazısında paylaşıyor. Ayrıca unutmadan söyleyelim Zeynur Pehlivan yakında bir blog sayfası ile anlık olayları, olması gerekenleri, izlenimleri ile paylaşacak.
Zeynur Pehlivan yazısına Budapeşte, Spor Salonu ve detaylar vererek başladı ve şöyle dedi:
"WOMEN’S EHF CHAMPIONS LEAGUE FINAL4
Tarih: 3-4/05/2014
Salon: Papp Laszlo Sportarena
Yer: Macaristan/Budapest
Budapeşte; göz alıcı binaları, tarihi köprüleri, 223 müzesi ile Tuna nehrinin iki yakasında yer alan Budin ve Peşte’nin 1873 yılında birleşmesiyle oluşmuş, Orta Avrupa’nın en büyük ikinci şehri.
Papp Laszlo Budapest Sportarena; Macaristan’ın en büyük boksörlerinden birisi olan Papp Laszlo’nun adını taşıyan, 1999 yılında geçirdiği yangından sonra 2003 ‘de tekrar açılan, 12.500 seyirci kapasitesine sahip çok amaçlı kullanılan büyük bir kompleks.
Budapeşte ve Papp Laszlo Sportarena bu kez büyük bir sportif olaya, ilk kez düzenlenen Women’s EHF Champions League Finalfour’a ev sahipliği yaptı.
Bu büyük organizasyonda son dörde kalan takımlar ise; Macaristan Györi Audi ETO KC, Makedonya VHC Vardar SCBT, Karadağ Buducnost ve Danimarka FC Midtjylland oldu.
Çeyrek final maçlarında II. Grubu iki beraberlikle lider olarak bitiren Györi Audi ETO KC, Finalfour’un ilk gününde, I. Grubu ikinci olarak bitiren FC Midtjylland ile karşılaştı. Baştan sona Györi’nin üstün oynadığı bu karşılaşmayı ev sahibi 29-26 kazandı ve adını finale yazdırdı. Günün ikinci karşılaşması ise, Györi taraftarlarının büyük bir sabırsızlıkla beklediği, her iki maçta berabere kaldıkları ve kendi oyuncuları Anita Görbicz’e kafa atan Knezevic’in takımı Buducnost ve bu seneye büyük transferlerle giren, rüya takım olarak adlandırılan Vardar takımları arasında oynandı. Birinci maçın aksine, bu maç bir final maçı havasında geçti. Vardar’da oynayan eski oyuncuları Radicevic ve Lekic’e olan sevgileri ve diğer tarafta Buducnost’a olan nefretleri nedeniyle, birkaç Buducnost taraftarı dışında tüm salonun Vardar’ı desteklemesiyle maç uzatmalara gitti. Uzatma dakikalarını daha iyi oynayan, Macar seyircilerin finalde takımlarının karşısında görmek istemedikleri Buducnost, maçı 22-20 kazandı.
Son gün oynanan üçüncülük müsabakasını Vardar, sanki kendi evindeymiş gibi büyük bir destekle oynadı ve maçı, turnuvanın en zayıf ekibi Midyjtlland karşısında 34-31 kazanarak Şampiyonlar Ligi üçüncüsü oldu.
Ve Bayanlar Şampiyonlar finali… Ve Györi… Ve Knezevic…Ve Anita… Diğer maçlarda dışarıda olan, yarışmalara katılan, dans eden, bira içen, sigara içen veya eğlenen, tüm seyirciler bu maç için yerlerini aldığı an. Tüm koltuklar doluydu ama kimse oturmuyordu. Herkes, cezası biten ve sahaya çıkacak olan Knezevic’e odaklanmıştı. Tüm ışıklar kapatıldı. Tek tek anons edilerek sahaya davet edilen tüm Buducnost oyuncuları yuhalandı, ancak “number ninety, Milena Knezevic” denildiğinde salon adeta yıkıldı. Islıklar, çığlıklar, yuhalamalar… Bir sporcunun yaşayacağı en kötü an.
Sıra, ev sahipleri Györi Audi ETO’lu oyuncuların sırasıydı. Büyük bir sevgi, büyük bir coşkuyla ayakta alkışlandı ve karşılandılar. Bunlarda bir sporcunun yaşayacağı en güzel anlardı.
Çeyrek finalde yaptıkları her iki karşılaşmadan da berabere ayrılan iki takım bu kez Finalfour finalinde karşı karşıya idiler. Bir tarafta oyuna her girdiğinde yuhalanan oyuncular, diğer tarafta topu her aldığında alkışlanan oyuncular… Ve bir de seyircilerin bu müthiş baskısını üzerinde fazlasıyla hissedip oyuna olumlu hiçbir katkı yapamayan ve kenarda antrenörüne sarılıp ağlayan Knezevic.
Buducnost finalde, Knezevic’in bu hareketinin bedelini fazlasıyla kötü bir şekilde ödedi. İki takım arasında oynanacak olan her karşılaşmada bu havada olacak gibi. Györi ise Buducnost’lu Knezevic’in bu hareketini lehine çevirmeyi başardı ve Şampiyonlar Liginin büyük kupasını evine götürdü.
Hakemlerin verdiği kararlara itiraz eden Buducnost taraftarları ise çıkardıkları olaylar nedeniyle salon dışına çıkarıldı.
İlk kez yapılan Bayanlar Şampiyonlar Ligi Finalfour’u, Erkekler Şampiyonlar Liginde veya hentbol maçlarında hiç rastlamadığımız bu görüntülerle hatırlanacak, daha sonraki senelerde bu iki takımın yapacağı her karşılaşmada olacak ve devam edecek gibi görünüyor.
Diğer taraftan sahada oynanan hentbola gelince;
Tribünde, yanımda oturan Norveç’li bir kulüp menajeri vardı. Turnuvayı ve birkaç oyuncuyu izlemeye gelmişti. Ben de, antrenör olduğumu ve bu turnuva için Türkiye’den geldiğimi söyledim. Hangi kulüpte çalıştığımı sorduğunda, herhangi bir kulüpte çalışmadığımı söyledim. “Burada ne işin var o zaman” dedikten sonra sohbete başladık. 2016 Erkekler Avrupa Şampiyonası’nda aynı grupta yer aldığımızı, Türk hentbolunu nasıl bulduğunu sordum. “Siz hentbol oynamıyorsunuz, siz sadece top sürmeyi biliyorsunuz!”dedi. Menajerin bu cümlesi benim tüm konsantrasyonumu top sürmeye yönlendirmeme neden oldu. Top gerçekten yere değmiyordu. Sadece sektirme pas verildiğinde veya oyuncular çok zor durumda kaldıkları durumlarda top sürmeyi akıllarına getiriyordu.
Bu durum zaten hızlı oyunun nasıl olduğunu gayet net açıklıyordu. Biz top sürmekle zaman geçirirken, buradaki takımlar tekniklerini, çabukluk ve hızlı oyunla birleştirip göze hoş gelen dinamik hentbol oynuyorlardı. Güçlü fiziklerinin yanında, hiç bitmeyen süratleri, sürekli pozisyon değiştirmeleri, topu birden ters kanat oyuncusuna aktarmaları, topun akışının hiç kesilmemesi, savunma oyuncusuna yakalanmadan pası vermesi, savunmanın dengesini bozulmasına neden oluyor ve güçlü oyunculardan oluşan savunmalar ancak bu şekilde geçilebiliyorlardı. Set oyununa bağlı olmadan oynanılan, sürekli pozisyon değişerek, hızlı oyun ve teknik düzeylerini şöyle bir örnekle daha iyi anlatabilirim sanırım. Final maçında Györi’nin orta oyun kurucusu Anita Görbicz sol kanattan “spin” adı verilen muhteşem bir çevirme atış yapmıştı. Onu tekrar tekrar izlemenizi isterim. Sadece güzel gol olduğu için değil, oyun kurucuların topu ellerinde hiç bekletmeden, ama aynı anda süratli bir şekilde pozisyon değişmesi ve savunmayı adam tutmakta zor durumda bırakması, savunmanında bu hızlı oyuna aynı bacak çalışması ve sert savunma anlayışı ile karşılık vermesi hentboldaki dinamikliği yeterince anlatıyor. Maalesef bu Hentbol, bizim hentbolumuza hiç benzemiyor.
Ve sahada ki yönetimin diğer sorumluları “hakemler”… Her maça bayan hakemlerin görevlendirilmesi, ikiz bayan hakemleri finallerde görmek, tıpkı bayan antrenörleri sahada görmek kadar güzeldi. Çok stresli maçların oynanacağını bilen EHF’nin, böyle bir turnuvada bayan hakemlere görev vermesi gerçekten büyük cesaret. Özellikle Buducnost ve Györi Audi ETO karşılaşmasında zaman zaman gergin anlar yaşansa da, bu işin üstesinden bayan hakemlerin geleceğine inanan EHF’ye “Bravo” diyorum.
Böyle büyük bir organizasyonu yakından seyretmek demek, her şeyi bütün bir detayları görmek demek. Sahada ki hızlı hentbola, aynı hızda cevap veren bir teknik adam veya teknik bayan vardı. Şampiyonlar Ligi Finalinde dört takım ve bunların ikisinin başında bayan antrenör bulunuyordu. Bayan takımlarının başında mutlaka bir bayan antrenör olmasını isteyen bir kişi olarak, Danimarka ve Vardar ekibinin başında bir bayan antrenörün olması beni son derece memnun etti. Ayrıca, geçen yıl hentbolu bıraktıktan sonra Buducnost ve milli takımlarda hemen kendisine yer bulan yılların süper oyuncusu Bojana Popovic’de teknik kadrodaydı. Özellikle tüm gözlerin üzerine çevrildiği Knezevic’e olan desteği bayan takımlarında neden bir bayan antrenöre ihtiyaç duyulduğunun cevabıydı. Martin Ambros, Dragan Adzic, İndira Kastratovic ve İnge Sorensen’in yönetim anlayışları kusursuzdu. Teknik adamın yönetimde tek patron olduğu ve ancak her fırsatta yardımcılarından destek alınan bir anlayış vardı. Bizdeki gibi yardımcı antrenörlerin sık sık yerlerinden kalkarak oyuna ve oyunculara müdahale etmesi, molalarda taktikler vermesi gibi görüntülere hiç rastlamadım. Peter Kovacs, Genç milli takım antrenörü iken bana Türkiye’ye ilk geldiğinde şunu söylemişti. “Takımın bir tek patronu vardır. O da sensin” demişti. Ancak ben oyun ve oyunculardan çok yardımcı antrenörlerle uğraşmıştım. Bu şampiyonada bu kadar büyük bir hedefte sakin kalabilen teknik kadroyu görmek, yardımcı antrenörlerin kenardaki oyuncularla ilgilenmesi, yerlerinden hiç kalkmaması, herkesin görevini çok iyi bilmesi ve başkasının alanına girmemesi görülmeye değerdi.
Bir organizasyonun nasıl yapıldığını az çok biliyorum. Hentbolun olduğu her organizasyonda yer almak isteyen bir insanım. Seminerlerden tutunda, Avrupa Beach Hentbol Şampiyonasından, EYOF’a kadar her organizasyonda bulundum. Dışarıdan seyretmek değil, her an içinde olmak, Avrupa hentbolunu yöneten insanlarla birlikte olup sohbetler etmek ve öğrenmek isterim. Tribünden görüneni değil, görünmeyeni öğrenmek isterim. Kısacası hentbolda birşeyler olurken ben oturamam. İlk kez yapılan böylesine dev bir organizasyonuda uzaktan seyredemezdim ve kendi imkanlarımla katılmaya karar verdim. İyi ki de gitmişim. Çünkü orada ben sadece hentbolu görmedim. Ben orada bizim hep bahsettiğimiz, olmasını istediğimiz görsel bir şölen izledim. Hentbol maçlarının yanında, salonun dışında ve içinde hentbol kalesine yapılan yarışmalar, dışarıda kurulan dev ekran, bir bayan bir erkek sunucuların salonun havasını sürekli aktif kılmaları, röportajlar, para ve t-shirt gibi ödüllü yarışmalar, maçlar sırasında, molalarda ve ısınmalarda çalan müzikler, top cambazının gösterisi, turnuvanın t-shirtlerinin satıldığı standlar, renkli taraftar grupları, bira içmelerine rağmen dağıtmayan taraftarlar, maç sonrasında Györi Audi ETO’nun taraftarı ile birlikte söylediği şarkılar öylesine güzeldi ki hiç birini kaçırmak istemedim. Bunları ancak orada görebilirdim.
İki günlük rüya bir turnuvaydı. Mükemmel bir organizasyondu. Hangi maç olduğunu hatırlamıyorum bir ara kendimi, elimi çeneme koymuş ve dalıp gitmiş bir şekilde düşünürken buldum. Gördüğüm, seyrettiğim hentbol, mükemmel güç ve fizikteki oyuncular, dev scoreboard’dan yapılan yayınlar, sporcuların sahaya giriş anındaki atmosfer ve maç bittiğinde ortaya konan fair-play görüntüler… Öylesine başka, öylesine farklıydı ki… Aynı oyunu oynadığımızdan emin olamadım. Her sene değil, sanki her dakika bu hentboldan uzaklaşıyoruz gibiydik… Biz burada kendimizi bulabilecek miydik acaba… Biz bunlarla yarışabilecek miydik acaba… Doğru mu değil mi bilemiyorum ama, duyduğuma göre Anita Görbicz ayda 50.000 euro alıyormuş. Şaşırdım. Ama oynadıkları oyun ve verdikleri mücadeleyi görünce doğrudur diye düşünüyorum. Birde bizim oyuncuların oyununa ve aldıkları paraları düşünüyorum da…
Biliyorum uzun bir yazı oldu, yurt dışına seminerlere ve turnuvalara giden antrenörlerin hiçbirinden geri dönüş almayan ve şikayet eden birisi olarak bunları yazma gereği duydum. İsterseniz hiç okumazsınız, isterseniz okursunuz, isterseniz okuduktan sonra düşünürsünüz, isterseniz düşündükten sonra uygularsınız ya da hiç okumazsınız, bilemiyorum. Siz karar vereceksiniz. Ama ne olur doğru karar verin.
Fotoğraflar : EHF ve ZEYNUR PEHLİVAN